EY İNSANLAR!
1***
“Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin. Kurtuluşunuzu ancak bu şekilde umabilirsiniz. O Allah ki, yeryüzünü sizin için döşek ve göğü de üzerinize tavan yaptı. Her türlü ürünleri elde etmenize vesile olsun diye gökten sizin için yağmur yağdırdı. Bunu bildiğiniz halde Allah’a ortak koşmayın.” (Bakara, 2/21-22)
*
Allah Teâlâ yaratmış olduğu bütün kullarına değer verip onları muhatap alarak; var oluş sebeplerini ve yaratılış gayelerini onlara tekrar hatırlatıyor. Öyle ki; mü’min, müşrik, münafık, lâik, demokrat, faşist, sosyalist, kemalist… Hâsılı yalnızca inananları değil, hiçbir inanç ayrımı yapmadan bütün kullarını muhatap almaktadır. Bu, Allah Teâlâ’nın rahmetinin de bir göstergesidir. Yoldan çıkan kullarının hidayete ermeleri için Rasuller göndermesi, kitaplar indirmesi nasıl ki O yüce yaratıcının kullarına karşı olan şefkatinin bir tezahürü ise; onları insan olma şeref ve haysiyetiyle yaratmış olması ve kendisine halife kılması da lütfundan bir ikramdır.
Allah Azze ve Celle, yaratıkların en şereflisi olarak ve en güzel biçimde yaratmış olduğu kullarının, ancak kendine ibadet etmelerini istemektedir. Yani, bütün sahte ilâhlara kulluğu bırakıp yalnızca kendisine kulluk ve ibadet etmelerini istiyor. Ayni zamanda ilâh olarak bizzat yüce zatının gerçek ve tek ilâh olduğunu, ulûhiyetinin birliğini de hatırlatıyor.
Yüce Allah(cc) sayısız nimetler verdiği kullarından kendine eşler ve ortaklar koşmamalarını istiyor. Çünkü şirk, Allah Teâlâ’ya acziyet ifade etmektir. Bu ise Allah(cc)’a karşı işlenmiş çok büyük bir zulümdür. Şöyle ki; “Lâik, demokrat ve de müslümanım” diyen bir kimse; “Allah’ım sen bazı konularda eksiksin ve acizsin, bende senin aciz kaldığın bu eksikliğini lâisizmle, demokratlıkla… vs. tamamlıyorum.” demektedir. İşte bu Allah Azze ve Celle’ye karşı işlenmiş büyük bir cürüm ve büyük bir zulümdür. Bakınız Abdullah İbn Mes’ud(ra)’un naklettiği şu hadis-i şerifte denilir ki; “Ben: ‘Ey Allah’ın Rasûlü, günahların en büyüğü hangisidir?’ diye sorduğumda Allah Rasûlü(sas) buyurdu ki; ‘Allah seni yaratmış olduğu halde kendisine şirk koşmandır.” (Buhari, Müslim)
Şirk en büyük günah olmakla birlikte, hiç şüphesiz en büyük isyandır da. Şimdi bir işveren düşünelim ki, kendi iş yerinde çalıştırmak üzere mukavele imzalayıp işçiler alıyor. İşçilerden bir kısmı ücretlerini bu işverenden almalarına rağmen başkaları için çalışmaktadırlar. Böyle bir şeyden kim hoşlanır ve rıza gösterir? İşte insanları yaratıp onları sonsuz rızıklar ile rızıklandıran Allah Teâlâ’da kullarının kendisine eşler ve ortaklar koşmasını asla kabul etmemektedir.
2***
“Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helâl ve temiz olanlarından yiyin. Şeytana uymayın. Çünkü o, sizin apaçık düşmanınızdır. Size kötülüğü, hayâsızlığı ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.” (Bakara, 2/ 168-169)
*
Allah Teâlâ’nın nimetleri bütün insanları kuşattığı içindir ki, O yüce yaratıcı inanç ayırımı yapmadan bütün insanların helâl ve temiz olan yiyecekler ile beslenmelerini istemektedir. Hiç şüphesiz bunda pek çok hikmetler vardır. Haram ile beslenen bir bedenden hayırlı amellerin çıkması mümkün değildir. Nasıl ki içerisinde pislik bulunan bir kaptan güzel kokuların çıkması mümkün değilse, haram ile beslenen bir bedenden de güzel amellerin çıkması mümkün olmadığı gibi, kötülüklerin yayılması da pek tabiidir.
Allah Azze ve Celle’nin haram kıldığı her şeyde, insanın gerek bedenine gerekse ruhuna muhakkak bir zarar vardır. İnsan haramlardan kaçınmakla bedenî ve ruhî hastalıklardan peşinen korunmuş olur.
Keza helâl olsun, haram olsun temiz olmayan pis şeylerinde vücudu zehirlemesi ve hastalandırması kaçınılmazdır.
İnsanlığın madden ve manen kurtuluşuna ilk adım, helâl ve temiz yiyeceklerle beslenmekle atılacaktır. Kişi her ne kadar dengeli beslenirse beslensin almış olduğu gıdalar eğer haram ise beden beslense bile ruh çökecektir. Böylece insan görünümlü hasta ruhlu canavarlar türeyecektir.
Abdullah İbn Abbas(ra) şöyle nakleder:
Allah Rasûlü nün huzurunda; “Ey insanlar! Yeryüzünde bulunan helâl ve temiz şeylerden yiyin…” ayeti okunduğunda, Saad b. Ebi Vakkas ayağa kalkarak dedi ki; ‘Ey Allah’ın Rasûlü benim için Allah’a dua et de duası kabul edilenlerden olayım’ Rasûlullah(sas) buyurdu ki; ‘Ey Saad, yiyeceğini güzelleştir, duası kabul edilenlerden olursun. Muhammed’in nefsi Kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, kişi karnına haram lokmayı atınca onun duası kırk gün kabul olunmaz. Ve hangi kulun eti haram ve faizden oluşursa onun için cehennem daha uygundur.” (İbn Kesir, c:3, sh: 675-676)
Bilindiği gibi “helâl ve temiz” İslâm şeraiti tarafından mubah kılınmış yani güzel olduğu beyan edilmiş olandır. Haram ve pis olan şeyler ise şeriatın yasakladığı, kötü gördüğü şeylerdir.
Şeytan kendisinin cennetten kovulmasının sebebi olarak insanı gördüğü içindir ki, atamız Âdem(as)’den itibaren bütün insanların apaçık bir düşmanıdır. O hiçbir zaman hayır namına bir şey telkin etmez. Emrettiği her şey şer ve pistir. Onun içindir ki, Allah Teâlâ her tür kötülüğü, haramı ve fahşayı şeytanın adımları olarak nitelendirmektedir. Allah(cc)’a karşı işlenen her isyan, şeytanın adımlarından bir adımdır. Bütün bu kötülükler çok ağır birer suç olmakla beraber bunlardan daha da ağırı ise; Allah(cc) hakkında, Allah(cc)’a karşı O’nun kitabına, Rasullerine, şeriatına, takdirine… karşı bilinçsizce ve pervasızca dil uzatmaktır.
Bütün bid’atçılar, kâfirler, lâikler… bu ayet-i kerimenin muhtevası içerisine giren şeytanın takipçileri ve temsilcileridir.
3***
“Ey insanlar! Sizi bir tek candan yaratan, ondan da eşini yaratan ve bu ikisinden pek çok erkek ve kadınlar türetip yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının. Adına ant vererek birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’ın ve akrabanın haklarını gözetmemekten de sakının. Şüphe yok ki Allah üzerinizde gözetleyicidir.” (Nisa, 4/1)
*
Allah Teâlâ bizlere, bütün insanların bir tek nefisten türetildiğini haber veriyor. Böylece insanların birbirlerinden bir farklılık, bir üstünlük veya bir aşağılığının olmadığını beyan ediyor. Tek numune ve örnek olan bu nefsi/insanı da topraktan yaratıyor. Öyle ki aslı toprak olan insanın bütün ihtiyaçları da topraktan giderilmektedir.
İlk insanın topraktan ve ondan da eşinin yaratılmasıyla yeryüzünde insan türü var olmuş ve bu ikisinden bütün insanlar türetilmiştir.
İlk yaratılışı bu şekilde takdir eden Yüce yaratıcı Allah Azze ve Celle, daha sonra çoğalan bu insanları çeşitli kabilelere ve boylara ayırmıştır. Kıyamete kadar gelecek olan bütün insanlar ilk örneğin özelliğini taşıyacak ve inanç olarak da ayni teklife muhatap olacaklardır.
Allah Teâlâ, insan olma şerefini bahşettiği tüm insanların yaratıcısının kendisi olduğunu ve onların rızıklarının bizzat kendisinin verdiğini hatırlatıp; Rab olarak, yani yaratıcı, terbiye edici ve kanun koyucu olarak ancak kendisini tanımalarını ve kendisine karşı gelmekten sakınmalarını istemektedir. Bu sakınma; eşi ve ortağı olmayan bir tek yaratıcı olarak ancak Allah(cc)’a kulluk ve ibadettir.
İslâm inancına göre bir tek nefisten kasıt, Hz. Âdem(as)’dir. Eşinden kasıt da Hz. Havva’dır. Nitekim Allah Rasûlü(sas) şöyle buyurmaktadır:“Size kadınlar hakkında hayırlı olmanızı vasiyet edip, dilerim. Çünkü kadın eğe kemiğinden yaratılmıştır. Bu kemikte en eğri şey (yani kısım) üst tarafıdır. Eğer sen eğri kemiği doğrultmağa çalışırsan onu kırarsın. Onu kendi haline bırakırsan daima eğri kalır. (öyle idare edersin.). Onun için size kadınlar hakkında hayırlı olmanızı vasiyet ederim.”(Buhari) Hadisin zahirine göre Allah Teâlâ Hz. Âdem`i yarattıktan sonra Onun eğe kemiğinden de Hz. Havva`yı yaratmıştır. Bu ifade Kur`an-ı Kerim`e zıt düşmüyor. Zira Kur`an-ı Kerim`de Hz. Havva`nın Hz. Âdem`den yaratıldığını beyan etmektedir. Yalnız bu iki yaratılış arasında ne kadar bir zaman diliminin bulunduğu hakkında bir bilgiye sahip değiliz. Öte yandan hadisten; kadınların narin yapılı, hassas ve çabuk kırılabileceklerinin de kast edildiğini ifade eden ulemada bulunmuştur. Bu da doğrudur.
“Adına ant vererek birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’ın ve akrabanın haklarını gözetmemekten de sakının. Şüphe yok ki Allah üzerinizde gözetleyicidir.”
Allah Teâlâ, insana aslını ve insanî ölçülere bağlı kalınmasını hatırlattıktan sonra; kendisini (Allah’ı) referans ve şahit göstererek diğer insanların güvenini kazanmak isteyenlere de verdikleri bu sözlere sadık kalmalarını bildiriyor.
Yüce Allah(cc), akrabalık bağını kesmeyi de tıpkı kendi adına verilmiş söze ihanet gibi korkulacak bir durum olarak addetmiştir. Çünkü insanlığın güçlü olması para ile veya silah ile değildir. İnsan yaratılış fıtratı icabı bir güce sığınmaya muhtaç durumdadır. Zira manen Allah(cc)’a sığınan insan, maddede ise aile ve akrabalarına yani en yakınlarına sığınmalıdır. Öyle ki, dünya hayatında güçlü kalmasının bir boyutu da aile bağı ve akrabalık duygularının kuvvetliliğine bağlıdır.
Birinci derecede akrabalık bağları kastedildiği gibi bu gerçeğin bu ayette anılmasında ince bir işarette vardır. Şöyle ki, Allah Teâlâ önce, insanların bir tek nefisten türetildiğini açıklıyor ardından da akrabalık bağlarını çiğnememeyi salık veriyor. Öyle ki, dünyanın neresinde olursa olsun ve hangi ırka, hangi dine mensup bulunursa bulunsun insani ilişkiler şeriatın çizdiği sınırlar dâhilinde korunup gözetilmelidir. Çünkü her insan Âdem(as)’ın neslindendir. Ve Yüce Allah(cc) böyle takdir etmiştir.
Ayet-i Kerimede diğer bir incelikte şudur: Allah Teâlâ ayetin birinci cümlesinde,‘Sizi yaratan Rabbinizden sakının’ derken, ikinci cümlesinde; ‘Adımı referans olarak kullandığınız Allah’tan sakının’ buyurmaktadır. Çünkü sahte rabler ve sahte ilâhlar pek çok olabilir. İşte onlar adına verilen bu sözler, bu sahte rableri rab edinenleri bağlar. Bütün insanlığı kuşatıcı cihanşümul değildir. Oysaki Allah Teâlâ bir tekdir. Ve bütün sözler bir tek olan o yüce yaratıcı adına verilir, bütün yeminler o yüce yaratıcının adı ile yapılır. Bunun dışındaki bütün ahitler, akitler, sözler ve yeminler cahilidir, bidattır ve merduttur. Yani Lât putu adına yemin etmek ne kadar şirk ise bu gün de hiçbir ikrah ve zorlama yok iken birilerinin ilke ve inklabları adına yemin etmek o kadar şirktir. Hatta öyle ki, Elestü bezminde Allah(cc) ile yapılan birinci misaktan sonra tağutlar ile yapılan ikinci bir misaktır. İşte bu batıl ahitleşme insandan imanı ve nikâhı yok eden ve insanı küfre düşüren bir ahittir. Allah Rasûlü(sas) şöyle buyuruyor: “Kim İslâm’dan başka bir din üzere olayım diye yemin ederse söylediği gibi olur.” (Buhari, Müslim).
4***
“Ey insanlar! Rasul size Rabbinizden hak ile gelmiştir, O’na iman edin. Bu sizin için daha hayırlıdır. Eğer inkâr ederseniz, bilin ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Allah, her şeyi bilen ve hikmet sahibidir.” (Nisa, 4/170)
*
Yüce Allah(cc); son Rasul olarak gönderdiği Muhammed(sas)’in zamanı ve Ondan sonraki bütün zamanlardaki insanları muhatap alarak şöyle hitap etmektedir:
“Ey kıyamete kadar gelecek olan bütün insanlar! Rasûlüm Muhammed(sas)’in getirmiş olduğu şu din, bizim tarafımızdan gönderilmiş olan bir hak ve gerçektir. Onun içerisinde ins ve cin katkısı hiçbir şey yoktur. Zaten o Rasul bizim takdirimizden başkasını asla getiremez. Eğer böyle bir şeye kalkışacak olursa biz onun kalbini parçalarız.
Ey insanlar! “Ancak âlemlere rahmet olarak gönderilmiş” (Enbiya, 21/107) olan, Rasul Muhammed(sas) sizin kurtuluş reçetenizi getirmiştir. Bu öyle bir kurtuluş ki, hem dünyada ve hem ahirette gerçek kurtuluşun ta kendisidir. Bu reçeteye lâyıkıyla inanıp, uygulamak sizin menfaatinizedir. Gelin hiç tereddüt etmeyin hemen iman edin. Bu iman sizin maddi, manevi bütün dertlerinize şifa olacaktır. Kalplerinizi, gönüllerinizi, ruhlarınızı ve bedenlerinizi rahatlatacaktır. Bu iman sizi bütün kötülüklerden, çirkinliklerden, kirden, pislikten, fahşadan, malayaniden ve dünya meşgalesinden kurtaracaktır. Böylece hem dünyanız hem de ahiretiniz ihya olacaktır. Bütün bu kötülüklerden kurtulup şu güzelliklere sahip olabilmek için bir tek şart; Rasûlümün getirdiği dine iman etmenizdir.
Ey insanlar! Eğer siz Allah(cc)’a ve son Rasul olan Muhammed(sas)’e iman etmez seniz küfre saparsınız. Bilmiş olunuz ki, bu halinizle de sizler Allah(cc)’a bir zarar veremezsiniz. Çünkü Allah sizin imanınıza muhtaç değildir. O, göklerin, yerin ve sizlerde dâhil olmak üzere oralarda bulunan her şeyin yaratıcısı ve sahibidir. Muhakkak ki, siz inkâr etmekle ancak kendinize zulmetmiş olursunuz. Bu ise sonsuza kadar bir hüsrandır.”
5***
“Ey insanlar! Rabbinizden size açık bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik. Allah’a iman edip O’na sarılanlar var ya, işte Allah onları rahmetine ve bol nimetine kavuşturacak ve kendisine giden doğru yola eriştirecektir.”(Nisa, 4/174-175)
*
Allah Azze ve Celle bütün kullarını muhatap alarak, onlara dünya-ahiret kurtuluş rehberi olan bir burhan (delil) ve bir nur gönderdiğini bildiriyor. Yolda kalmış, yönlerini şaşırmış ve ne yana gideceklerini bilemeyen kullarına merhametiyle bir delil olan Habibi Muhammed(sas)’i, bir nur olan Kur’an-ı Kerim ile göndermiştir. Yolunu sapıtanlar yollarını bulsunlar ve karanlıklarda boğulanlar aydınlansınlar diye.
O Rasul delildir, önderdir, öğretmendir, rehberdir ve hâsılı sapıtmış tüm beyinleri, kalpleri ve ufukları aydınlatan elçidir.
O nur Kur’an’dır. O öyle bir nurdur ki, hem bu dünyada ihtiyacımız olan sanayi, zirai, siyasi, askeri, ilmi… hâsılı şu kâinatta insan hayatını kuşatıcı her ne varsa ve hem de ahiret kurtuluşu olan imani, ibadi, ahlaki… kulun ihtiyaç duyacağı her şeyi açıklayan bir nurdur. O nur hem açıktır ve hem de açıklayıcıdır. Hem aydınlıktır ve hem de aydınlatandır.
İşte Allah(cc)’ın vaadi burada başlıyor: Kim ki, Rahman olan Allah’ın nuruna sarılıp, rehberini takip ederse onları rahmetine ve bol nimetine kavuşturacak ve kendisine giden doğru yola eriştirecektir. İmam Tirmizî, Ali b. Ebi Talib(ra)’den Hz. Peygamber’in şu buyruğunu rivayet etmektedir: “Kur’ân-ı Kerim Allah’ın dosdoğru yolu ve sapa sağlam ipidir.”
Allah Teâlâ’nın bu tebliğini işiten hiçbir kulun dünyada da, ahirette de sığınacağı bir özrü ve mazereti olamaz. Rahman olan Allah(cc) o kadar merhametlidir ki, kulunu gücünün yetmeyeceği ve bilmediği bir şeyle mesul tutmuyor.
Bu ayetlerin tefsiri sadedinde üstat Râzî şunları söylemektedir: ‘Cenâb-ı Hak, insanlara, Hz. Muhammed’in şeriatına sarılmalarını emredip, buna karşılık onlara mükâfat vaat ederek,“İşte Allah’a iman edip de, O’na sarılanlar yok mu…” buyurmuştur. Allah(cc)’a imandan maksat, Allah(cc)’ın varlığına (zatına), sıfatlarına, fiillerine, hükümlerine ve isimlerine imandır. “O’na sarılmak” tan murat, “imanda kendilerini sebat ettirmesi, şeytanın yoldan çıkarmasına karşı kendilerini koruması, kendilerini ilahî rahmet ve fazlına girdirmesi ve sırat-ı müstakime iletmesi hususlarında Allah(cc)’a sarılmaları, güvenmeleridir. Böylece Cenâb-ı Hak, onlara şu üç şeyi, yani rahmet, fazl ve hidayetini vaat etmiştir.’
6***
“…Ey insanlar! Sizin taşkınlığınız, ancak kendi aleyhinizedir; dünya hayatının geçici bir metaıdır. Sonra dönüşünüz bizedir, bizde yaptıklarınızı size haber vereceğiz.” (Yunus, 10/23)
*
Ey insanlar! Bu dünyanın basit ve geçici zevkleri için taşkınlık edip haddi aşmayın. Dünya hayatı basit, kısa ve aldatıcı bir imtihan vesilesidir. Şu yapmış olduğunuz azgınlıklar sizi dünyada da ahirette de mutsuz edecektir. Siz bu azgınlığınızla mutlu olduğunuzu zannederek kendinizi aldatıyorsunuz. Nasıl mutlu olabilirsiniz ki? Allah(cc)’ın hakkına, kullarının hakkına ve tüm mahlûkatın hakkına tecavüzle nasıl mutlu olabilirsiniz ki? Bu azgınlığınız devam ettiği sürece hiçbir zaman iç huzuru ve gönül rahatlığı bulamayacaksınız.
Ey taşkınlık yaparak haddi aşan zalimler! İnsanlara, diğer yaratıklara, zaman ve mekâna zararınız dokunmaktadır. Zira zamanı kokutup mekânı kirletmektesiniz. Bu yaptıklarınızın cezası dünyada da, ahirette de sizin üzerinize dönecektir. Bu ceza bir an bile olsun sizden ayrılmayacak ve adım adım sizi takip edecektir. Şu taşkınlığınızdan kazandığınız izzetsizlik; dünyada, ölümünüz anında, kabir hayatında, haşır gününde, mizanda ve cehennemde hep sizinle beraber olacaktır. Unutmayın ki, bu zulmünüzden dolayı zararınız dokunan diğer insanların vebalini de yükleneceksiniz.
Ey zalimleri destekleyenler, zulümlerinde onlara ortaklık edenler ve alkışlayanlar, şunu biliniz ki, sizde o zalimler ile ayni evsaftasınız. Sizde onlarla ayni cezayı hak ediyorsunuz. Çünkü zulümlerinde onların iş birlikçilerisiniz.
Ey zalimlerin zulümlerine sessiz kalan nemelazımcılar! Zalimlerin hak ettikleri ateşin size dokunmayacağını mı zannediyorsunuz? Zulmü alkışlayanlar ile farkınız ne ki? Zalimin zulmünü ortadan kaldıramıyorsanız bile, o zalimlere kalben buğuzda mı edemezsiniz? Dinleyin, Rahmet Nebisi ne buyuruyor ey zalimler: “Cezası en hızlı verilen şer; haddi aşmak ve akraba ilişkilerini kesmektir” (Tirmizi) Sizler zalimleri desteklemeyin ve onlara karşı asla sessiz kalmayın. Yoksa ateşin azabı sizlere de dokunur.
Ey zalimler! Ne yaparsanız yapın dönüşünüz Allah(cc)’a olacaktır. O Allah(cc) ki, çok adil ve hesapları çok çabuk görendir. Hesabınızdan hiçbir yere kaçamayacaksınız ve yaptıklarınızın karşılığı mutlaka size verilecektir.
Bizler; haddi aşanlar, onları alkışlayanlar ve onlara karşı sessiz kalanlardan beriyiz. Sen bizleri ateşin azabından koru Allah’ım!
7***
“Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt, sinelerde olana bir şifa ve mü’minler için bir hidayet ve rahmet geldi.” (Yunus, 10/57)
*
Allah Teâlâ’dan insanlığa gelen öğüt, Kur’an-ı Kerim’in tâ kendisidir. O; Allah(cc)’ın kullarına karşı olan merhametinin bir ifadesi olup doğruya götürücü öğüt ve maddi-manevi bütün rahatsızlıklardan kurtaran bir şifa kaynağıdır. İnsanlık için bundan daha büyük bir lütuf olabilir mi?
Kur’an, en yüce makamdan gelen ve en güzeli, en doğruyu gösteren; içinde asla çelişki, karışıklık ve eğrilik bulunmayan bir öğüttür. Sinelerde bulunan küfür, şirk, riya, isyan, sahtekârlık, ahlaksızlık vb. çirkinlikler sebebiyle hastalanmış kalplere ve bunalmış gönüllere bir şifa kaynağıdır. Bütün hasta gönülleri kirlerden temizleyip nur ile dolduracak bir şifa.
Bu Kur’an, insanlar için hep doğruyu gösteren ve doğruya götüren bir rehberdir. İnsanlığın bir tek kurtuluş reçetesidir. Mü’minler içinse hiç eksilmeyen bir rahmettir. Çünkü O, dünya ve ahirette saadeti getirecek olan doğru yolun göstericisidir. Kul için bundan daha güzel bir lütuf, bundan daha büyük bir nimet düşünülebilinir mi?
Enes(ra)’in rivayet ettiğine göre Peygamberimiz(sas) şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın İslâm’ı ihsan ettiği, Kur’an’ı öğrettiği insan bunlardan sonra fakirlikten şikâyet ederse, Allah kendisiyle karşılaşacağı o güne kadar iki gözünün arasına fakirlik yazar” (Vehbe Zuheyli, Tefsirü’l- Münir, C:6, Sh:185)
8***
“Ey insanlar! Rabbinizden korkup sakının, çünkü kıyametin sarsıntısı büyük bir şeydir. Onu gördüğünüz gün, her emzikli emzirdiğini unutup geçecek ve her gebe kendi yükünü düşürecektir. İnsanları da sarhoş olmuş görürsün, oysa onlar sarhoş değildirler. Ancak Allah’ın azabı pek şiddetlidir.” (Hac, 22/1-2)
*
Allah Azze ve Celle; akıllarını başlarına getirecek örneklerle kullarını ikaz edip uyarıyor. Seçilen örnekler, kıyamet saatinde insanların hallerini yansıtan küçük bir kesit. Allah(cc) ve Allah(cc)’ın dini hakkında hiçbir bilgisi olmadan ileri geri konuşan inkârcıların karşılaşacakları dehşetli akıbeti gözler önüne seriyor.
Seçilen örnekler çok dikkat çekicidir. Zira yaratıklar içerisinde en merhametli olanlar hiç şüphesiz annelerdir. Hele bu anne yavrusunu kucağına almış, bağrına basmış, memesini ağzına vermiş ve onu doyuruyor ise. Dünyada bundan daha güzel bir manzara ve şefkatin, merhametin doruklaştığı hiçbir hal yoktur. İşte böyle bir haldeki anne bile yavrusunu unutacaktır.
Yine anne ile ilgili bir örnek: Bu kez örnek anne adayından veriliyor. İşte şefkatin doruklaştığı bir şahsiyet. Taşıdığı yüke karşı bu kadar şefkatli ve merhametli olan hiçbir yaratık yoktur. O şiddet karşısında yükünü, yani kendi canından bir parça olan yavrusunu düşürüyor.
Üçüncü örnekte yine insanla ilgili. O dehşet anındaki insan manzaralarından bir tanesi. Çok akıllı geçinenler, aklına güvenenler, hatta aklını ilah edinip, Allah(cc)’ın bahşettiği akıl nimeti ile Allah(cc)’a bile yol göstereceğini zannedenler; sarhoş olmadıkları halde, sarhoşlar gibi yalpalayarak sağa sola koşuşurlar. Oysa onlar sarhoş değildirler. Bu çok dehşet verici manzara karşısında akıllarını yitirirler.
Ebu Hureyre(ra)’nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte şöyle denilmektedir: Ebu Hureyre(ra): “Ey Allah’ın elçisi, Sûr nedir?” diye sordu da, efendimiz: “Bir boynuzdur” buyurdu. Ebu Hureyre(ra): “O nasıldır?” diye sordu, Allah Rasûlü(sas) şöyle buyurdu: “Büyük bir boynuzdur. Ona üç kere üflenecektir: Birincisi, korku üfürmesidir. İkincisi yıkılma üfürmesidir. Üçüncüsü ise âlemlerin rabbi için kalkış üfürmesidir. Allah Teâlâ İsrafil’e birinci üfürmeyi emredecek ve: ‘Korku üfürmesini üfür’ buyuracak. Birinci üfürme ile gökler ve yeryüzü ahalisi, Allah’ın diledikleri dışındakiler korkacaklar. Allah Teâlâ (ikinci kere) üfürmesini uzatmasını ve kesintisiz üfürmesini emredecek. İşte bu, Allah Teâlâ’nın hakkında: “Bunlar bir tek çığlık beklemektedirler ki, onun bir an gecikmesi yoktur.” (Sad, 38/15) buyurduğu üfürmedir. Allah(cc) dağları yürütecek de dağlar serap gibi olacak. Yeryüzü, halkıyla beraber sarsılacak. İşte bu; Allah Teâlâ’nın: “O gün bir sarsıntı sarsar.”(Naziat, 79/6) buyurduğu üfürmedir. Yeryüzü dalgalı denizde yolunu şaşırmış ve batma tehlikesiyle karşı karşıya olan bir gemi gibi olacak. Dalgalar onu dövecek ve ahalisi ile beraber ters çevirecek. O, ruhların ağır gelip bir tarafa meylettirdikleri Arş’a asılı kandil gibi olacak. İnsanlar yeryüzü üzerinde uzanacaklar. Emzikli kadınlar emzirdikleri çocuklarını unutacak, hamile kadınlar (doğurma vakti gelmediği halde) yüklerini düşürecekler, çocuklar ihtiyarlayacaklar… İnsanlar dönüp kaçacaklar ve birbirlerine bağıracaklar. İşte bu Allah(cc)’ın: “Ey kavmim, bağrışıp çağrışma gününden sizin için endişe ediyorum. Arkanızı dönüp kaçacağınız gün… Allah’a karşı sizi koruyan bulunmaz…”(Gafir, 32-33) buyurduğu durumdur.”( İbn Kesir, C: 10, Sh: 5406)
Ey insanlar! Allah(cc)’tan sakının ve O’na karşı saygılı olun. Sizler öyle bir durumla karşılaşacaksınız ki şu an o hali tasavvur bile edemezsiniz. Unutmayınız ki, Allah(cc)’ın azabı haddi aşanlar için çok ağır ve pek şiddetlidir.
9***
“Ey insanlar! Eğer öldükten sonra tekrar dirileceğiniz hususunda şüpheniz varsa, bilin ki, biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra pıhtılaşmış kandan, sonra şekli belli belirsiz bir et parçasından yarattık. Hakikati bilesiniz. Biz, dilediğimizi, belirli bir müddete kadar rahimlerde tutarız. Sonra sizi bir çocuk olarak çıkartırız, sonra da sizi ergenlik çağına eriştiririz. Sonra sizlerden kimi daha önce geri çağırılır ve kimi de ömrünün en kötü dönemine döndürülür ki, bilirken bir şey bilmez olur. Sen yeryüzünü kupkuru görürsün. Fakat yağmur yağdırdığımız zaman birdenbire harekete geçer, kabarır ve güzel, canlı bir manzara arz eden çeşitli bitkiler verir. Bütün bunlar şunun içindir ki, Allah haktır; O, ölüleri diriltendir ve her şeye kadirdir. Bunlar (açık delillerdir) ki, Kıyamet gerçekleşecektir; bunda hiçbir şüpheye yer yoktur. Allah kabirlerde yatanları muhakkak diriltip kaldıracaktır.” (Hac, 22/5-7)
*
Allah Teâlâ; öldükten sonra tekrar dirilişten şüphe edenleri, hiçbir selim akıl sahibinin inkâr ve itiraz edemeyeceği güzel ve dikkat çekici misaller ile uyarıyor.
İlk yaratılışı gerçekleştiren Allah Teâlâ, öldükten sonra da tekrar diriltmeye muktedirdir ve buna pek tabii ki güç yetirebilir. Bir düşünün insan nesli hiç yokken topraktan atalarını yaratan Hâlik olan Allah(cc)’tır. Sonra ondan eşini ve ikisinin birleşmesiyle de insan neslini yeryüzünde çoğaltmıştır. O neslin üremesi ise anne rahminde; önce bir nutfe, sonra pıhtılaşmış bir damla kan ve sonrada yaratılışı belli belirsiz olan bir çiğnem etten oluyor.
Allah Azze ve Celle, tüm insanları ilk insanı yarattığı gibi topraktan da yaratabilirdi. Bir kişiyi yaratan bunun benzeri binler, milyonlar ve milyarlarcasını da yaratabilirdi. Fakat o zaman aile mefhumu ve sevgi, muhabbet, saygı gibi güzel insani duyguların olması düşünülemezdi. İnsanlar, birisi bir dağ başında, diğeri diğer dağ başındaki taşlar ve ağaçlar gibi olabilirlerdi. Fakat Allah Azze ve Celle böyle takdir etti.
Sonra insanları anne rahminden aciz, çaresiz ve bakıma muhtaç bir çocuk olarak çıkarır. İnsan, anne ve babaya verilen sevgi ve Allah(cc)’ın lütuf ve ihsanıyla büyüyerek olgunlaşır. Daha sonra her şeyleri bilirken tıpkı yeni doğmuş bebek gibi hiçbir şeyi bilmeyen ihtiyarlık haline döndürülür ve eceli geldiğinde de öldürülür.
Böyle bir yaratılış ve üremeyi takdir eden Allah Teâlâ, elbette ki ölümden sonraki dirilişi ve hayatı da yaratmaya güç yetirebilir. Ey insanlar! Sizler hiç akletmez misiniz? Eğer ölümden sonraki diriliş ve hayat ile ilgili bir şüpheniz varsa bakınız Allah(cc) onu da şöyle bir misal ile ne güzel izah ediyor: Yeryüzünün en çorak ve en kurak bir bölgesine Allah Teâlâ rahmetini indirdiği zaman toprak harekete geçer, kabarır ve her çeşit bitkiden yetişir. İşte çorak bir toprağı üç damla su ile böyle yeşertip canlandıran Allah(cc), ölüleri de hiç şüphesiz böyle diriltecektir. O, yüceler yücesi ve kadir-i mutlaktır.
Âmir el Ukayli(ra) şöyle anlatmıştır: “Allah Rasûlü(sas)’ne geldim ve : ‘Ey Allah’ın elçisi! Allah ölüleri nasıl diriltir? Bunun Allah’ın yaratıkları içinde alameti nedir?’ dedim. O: “Kuraklıktan helak olmuş bir vadiye hiç rastlamadın mı?’ buyurdu. Ben: ‘Evet rastladım’ dedim. O: ‘Sonra yeşillikler içinde dalgalanırken de ona uğradın mı?’ buyurdu. Ben yine: ‘Evet uğradım’ dedim. Allah Rasûlü(sas): İşte böylece Allah ölüleri diriltir ve yaratıkları içinde bunun alameti budur.’ buyurdu.” (Ebu Davud)
Ey insanlar! Kıyamet saati mutlaka gelecek ve kabirlerde olanlar mutlaka diriltileceklerdir. Bunda hiçbir şüpheniz olmasın. Her türlü yaratmayı hakkıyla bilen Halik-i mutlak olan Allah(cc) bunu da yaratacaktır.
10***
“Ey insanlar! Ben sizin için sadece apaçık bir uyarıcıyım. İman edip Salih amel işleyenlere mağfiret ve bol rızık vardır. Ayetlerimiz hakkında bizi aciz bırakacakmış gibi (fesat çıkarmaya) gayret edenlere gelince, onlarda cehennemliktirler, de” (Hac, 22/49-51)
*
Tarihin her döneminde kendilerini müstağni gören şımarık azgınlar, günümüzde de olduğu gibi Rasûlullah(sas) döneminde de ilâhi vahye ve ikaza baş kaldırıp; “Bahsettiğiniz o mahşer, o diriliş, o sorgu sual ve o azap ne zaman ki?” derler.
Rasûlünü asla yalnız ve korumasız bırakmayan Allah(cc), şımarık münkirlerin edepsizlikleri karşısında bütün çağlara ışık tutacak şu karşılığı vermesini emrediyor: Sen onlara de ki; ben rabbimin elçisiyim. Ancak O’nun vahyettikleriyle amel eder ve sizi ikaz ederim. Diriltende, öldürende, hesaba çekecek olanda ancak Allah(cc)’tır. O, dilediğini dilediği gibi yapıp yaratandır. Kaderi yazmak ve yaratmak benim elimde değildir. Her şey O yüce yaratıcının takdirindedir.
Ey insanlar! Şunu iyi biliniz ki, iman edip o imanlarını da Salih ameller ile süsleyenlere cömertçe hazırlanmış rızıklar vardır. İşte o, Allah(cc)’ın mü’min kulları için hazırladığı cennetlerdir. Peygamberimiz(sas) cennetten bahseden bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: “Cennette daha önce hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insan kalbine doğmayan nimetler vardır.”(Buhari, Müslim)
Allah(cc)’ın dinini bozan, öldükten sonraki dirilişe inanmayan inatçı kâfirlere ise içinde devamlı kalacakları cehennem vardır. Orası ne kötü bir yerdir.
11***
“Ey insanlar! Bir misal verilmektedir. Onu çok dikkatle dinleyin: Allah’ı bırakıp da ilâh edindikleriniz bir araya gelseler, bir sinek bile yaratamazlar. Hatta sinek onlardan bir şey kapıp gitse, onu bile tekrar geri alamazlar. Yardım isteyen de âciz, istenen de âcizdir. Onlar Allah’ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Gerçek kudret ve izzet sahibi ancak Allah’tır.” (Hac, 22/73-74)
*
Allah Teâlâ, bazı şeylerin daha iyi anlaşılması ve akıllarda kalıcı olması için olayı bir takım misaller vererek açıklıyor. İşte bu ayet-i celilede de Allah(cc)’tan gayrı tapılanların ne kadar zayıf ve aciz oldukları güzel bir misal ile anlatılmaktadır.
Yeryüzünün hâkimleri olduğunu iddia edenler, Allah(cc)’tan gayrı taptıkları putları, heykelleri, rejimleri, hevaları hâsılı her ki nekadar güçleri varsa toplansalar bir sinek yaratmaktan acizdirler.
Ey inkârcılar! Allah(cc)’ın yaratıkları içerisinde en hakir ve aciz görülen bir sinek bile yaratmayı bir kenara bırakın, o sinek sizden veya putlarınızdan küçücük bir şey kapsa o kaptığını ondan kurtarmadan acizsiniz. Sizler bu acziyetinizle ne yapabilirsiniz ki? Neden Halık-ı mutlak olan Allah Teâlâ’nın yüceliğini kabul etmiyorsunuz? Akletmiyor musunuz? Putlarınızda aciz, sizlerde acizsiniz.
Keşki insanlar Allah(cc)’ı gereği gibi tanıya bilselerdi. O’nun yaratıcılığını, gücünü ve kudretini takdir edebilselerdi. Ama bundan gafil oldular. Allah(cc)’tan müstağni davranmak nefislerinin hoşuna gitti. Yaptıkları hiçbir şeyin hesabının sorulmayacağını zannettiler. Şeytan amellerini kendilerine güzel gösterdi. Allah Azze ve Celle’yi unuttular. Hatta o kadar ileri gittiler ki, kendilerinin de yaratabileceklerini ileri sürecek kadar çıldırdılar. Yeryüzünün hâkimleri olarak kendilerini gördüler. Allah(cc)’ı gökyüzüne hapsetmeye kalkıştılar. Dünkü puta tapanlar böyle inanıyorlardı. Bu gün nefsini ilahlaştıran lâikler ve demokratlarda farklı düşünmüyorlar. Çünkü onlar Allah(cc)’ın hâkimiyetini yeryüzünden kaldırmaya çalışıyorlar. Allah Teâlâ’ya karşı bundan daha büyük bir hakaret ve zulüm olabilir mi? Hâlbuki Allah(cc) çok kudretli ve çok kuvvetlidir. Bir kudsi hadiste Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Benim yarattığım gibi yaratmaya teşebbüs edenden daha zalim kim olabilir? Haydi, onlar bir mısır tanesi, bir arpa tanesi yaratsınlar bakalım.” (Buhari, Müslim)
Allah(cc); yaratması, öldürmesi, gücü ve kudretiyle her şeye maliktir. Her şeyden yüce ve üstündür. Tek ilah, tek mabut, tek rab ancak O’dur. Hâlik olan Allah(cc) bir başka ayet-i celilede şöyle buyuruyor: “Bütün varlıkları yoktan var eden ve sonrada tekrar diriltecek olan o’dur. Bu O’na pek kolaydır.”(Rum, 30/27)
12***
“Ey insanlar! Rabbinizin gazabından sakının ve babanın evladına, evladın babasına bir fayda sağlayamayacağı o günden korkun. Şüphesiz Allah’ın vaadi haktır. Öyleyse, dünya hayatı sizi aldatmasın ve o çok aldatıcı (şeytan) da sizi Allah hakkında kandırmasın.”(Lokman, 31/33)
*
Allah Teâlâ bu ayetteki hitabıyla; mü’min, müşrik, kâfir, inançlı ve inançsız bütün kullarını muhatap alarak onları, âlemlerin rabbi olan Allah(cc)’a karşı saygılı olmaya davet ediyor. Ve onlara birde hatırlatmada bulunuyor. Sizler öyle bir günden sakının ki, o gün ne baba evladı için bir şey ödeyebilir, nede evlat babası için bir şey ödeyebilir. O günde herkesin kendine yetecek bir uğraşısı vardır. Herkes kendi derdine düşmüş ve korkudan kendini bile unutmuştur. O gün diriliş günüdür ve o gün mutlaka gelecektir. Kıyamet gününün dehşetiyle ilgili olarak Allah Rasûlü(sas): “Muhakkak siz, kıyamet günü yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak haşrolunacaksınız” buyurdu da, Hz. Aişe(r anh); “Ey Allah’ın elçisi, erkekler ve kadınlar birbirlerine bakmazlar mı?” diye sordu. Allah Rasûlü(sas): “Ey Aişe, durum, onların bunu düşünemeyecekleri kadar şiddetlidir.” buyurdu. (Buhari, Müslim)
Allah(cc)’ın vaatleri mutlaka haktır. ‘İman edip Salih ameller işleyenler için hiçbir korku ve üzüntü yoktur’ vaadi ne kadar hak ise, ‘inkâr edenlere üzüntü, sıkıntı ve ateşin azabı dokunacaktır’ vaadi de o kadar haktır.
İşte o korku gününde üzülenlerden olmak istemiyorsanız dünya hayatının cazibesine ve geçici ihtişamına aldanmayın. Zira dünya; bir imtihan sahası, bir oyun alanı ve meyvelerinin ahirette toplanacağı bir tarla mesabesindedir. Bu dünyada sunulan geçici zevklere ve nimetlere dalarak ahireti unutmayın. Gerçek yurdunuz olan ahiret yurduna hazırlanmada dünyanın cazibesiyle beraber ezeli düşmanınız olan lâin şeytanda sizi aldatmasın. O öyle sinsi bir düşmandır ki, her cepheden ve her an saldırır. Allah(cc)’ın rahmetini, merhametini, af ve mağfiretini fısıldayarak kişiyi günah işlemeye teşvik eder. Şu ayet-i celilede buyrulduğu gibi: “Şeytan onlara vaadde bulunuyor, onları kuruntulara düşürüyor. Şeytan sadece onları aldatmak için vaadde bulunmaktadır.” (Nisa, 4/120) Allah Azze ve Celle’nin af ve mağfireti elbette geniştir. Fakat suçluları cezalandıracak kadar da adildir. O aynı zamanda şedidü’l ikabdır.
13***
“Ey insanlar! Allah’ın size verdiği nimetleri hatırlayın. Sizi gökten ve yerden rızıklandıran Allah’tan başka bir yaratıcı mı var? O’ndan başka ilâh yoktur. O halde nasıl aldatılıyorsunuz?” (Fâtır, 35/3)
*
Ey insanlar, Allah Teâlâ’nın size bahşetmiş olduğu nimetleri bir düşünün, bir hatırlayın. Karşılıksız olarak bağışlanan bunca nimeti eğer Allah(cc) vermeseydi siz nasıl elde edebilirdiniz ki? Baştan sizlerin insan olarak yaratılmanız en büyük bir nimettir. Hiç yaratılmamış veya çok hakir gördüğünüz bir varlık olarak ta yaratılmış olabilirdiniz. Bununla beraber, Allah Azze ve Celle, şu yeryüzündeki her şeyi sizin için yaratmıştır. Yaratılmış her şeyi de emrinize vermiştir. Siz bunları hak etmek için bir çaba harcamadınız ve bir ücrette ödemediniz. O halde nasıl olurda sizler bu kadar cömert davranan Rabbinize karşı nankörlük edersiniz? Neden Allah(cc)’ın nimetlerine şükretmiyorsunuz?
Allah Teâlâ, sizin bir tek yaratıcınız ve bir tek rızıklandırıcınız olduğu halde, nasıl oluyor da başkalarına kulluk ediyorsunuz? Allah(cc)’tan ister gibi başkalarından istiyor ve O’ndan gayrilerini ilahlar ve rabler ediniyorsunuz?
Çok büyük bir yanılgı içersindesiniz. Allah(cc)’ın mülkünde yaşayıp, O’nun nimetleriyle rızıklanıp hayat sürerken O’nu tanımamanız sonunda size acı dokunduracak bir davranıştır.
Unutmayın ki, sizleri insan olarak yaratıp mahlûkatın en şereflisi kılan ve bunca nimetleri veren bir tek Allah(cc) ise; itaat ve ibadete layıkta bir tek O’dur.
14***
“Ey insanlar! Şüphesiz Allah’ın vaadi haktır. Dolayısıyla, dünya hayatı sizi aldatmasın ve sakın o büyük aldatıcı (şeytan) da sizi Allah hakkında aldatmasın. Gerçekten Şeytan sizin düşmanınızdır. Siz de onu düşmanınız olarak görün. O, kendine uyanları ancak Cehennemliklere katılmaya davet eder. İnkâr edenler için çetin bir azap vardır. İman edip sâlih amel işleyenler içinse, mağfiret ve büyük bir ecir vardır.” (Fâtır, 35/5-7)
*
Allah Teâlâ’nın; iman edenler için de, inkâr edenler içinde vaat etmiş olduğu her şey haktır ve doğrudur. Çünkü O, boş vaatlerde bulunmaktan münezzehtir. Öldükten sonra diriliş ve amellerin sorgusuna ait vaatler mutlaka haktır.
Yaptıklarınızın karşılığını muhakkak bulacaksınız. Aklınızı başınıza toplayın. Sizler yaptıklarınızın yanınıza kalacağını mı zannediyorsunuz? Ey refah içinde yüzen şımarıklar; ‘Dünya hayatını nasıl zevk-ü sefa içinde yaşıyorsak orada da öyle olacağız’ diye mi düşünüyorsunuz?
Bilâkis, ahiret hayatı buradaki amellerinize göre oluşacaktır. Şu dünya nimetleri bir üstünlük sağlamak ya da böbürlenmek için değil, o nimetler ile ahiret yurdunu imar etmek içindir. Allah(cc)’ı unutmak ve O’na asi olmak için değil, O’nun rızasını elde etmek içindir. Bu süfli hayatın cazibesine dalıp asıl mekânımız olan ahiret yurdunu feda etmeyiniz.
Dünyanın bu cazibesinin yanında birde düşmanınız olan mağrur şeytan sizi aldatmasın. Onun tuzaklarına ve hilelerine de dikkat edin. Şüphesiz şeytan, insanoğlunun apaçık ve çok şiddetli düşmanıdır. Çünkü o, Allah(cc) indindeki itibarını insanoğlu sebebiyle kaybettiğine inanıyor. Oysa ki, kendi itaatsizliğinin ve isyanının cezasıdır çektiği. Fakat o insanoğlunun en azılı düşmanıdır. Öyle ki insanoğlu için hiç durmadan tuzaklar kurar. Allah(cc)’ın rahmetiyle, mağfiretiyle ve affıyla kandırmaya çalışır. Böyle aldatamazsa (hâşâ); ‘Zaten Allah yok ki’ der. Böyle de kandıramazsa; ‘Tamam seni ve arzı Allah yarattı fakat seni yeryüzünün hâkimi kıldı, burada istediğin gibi tasarrufta bulunup dilediğin hayatı yaşayabilirsin…’ der. İşte bu mağrurun aldatmacalarından birkaç tanesini saydık. Haberiniz olsun ki, o lâin sayılamayacak kadar çok hilelerle sizleri ateşe davet eder. Çünkü o lâin sizin ebedi düşmanınızdır. Öyleyse sizde onu düşman edinin ve hemen tevhit kalesine sığının. Eğer onun davetine icabet ederseniz sonunuz çılgın alevli ateşin ta kendisidir.
Küfredenler için azabın en şiddetlisi, iman edip Salih ameller işleyenler için de akla hayale gelmeyen mükâfatlar ve nimetler vardır. Bunların hepsi hiç şüphesiz haktır.
15***
“Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız. Allah ise, Ğaniy (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan zengin)dir, Hamid (övülmeye lâyık)tir. Allah dileyecek olsa, sizi yok eder ve (yerinize) yepyeni bir halk getirir. Bu Allah’a göre güç değildir.” (Fâtır, 35/15-17)
*
Yaratılmışların hepsi Allah(cc)’a muhtaçtırlar. O’nun, yeryüzünün halifesi olarak yarattığı insan da acziyet içerisinde fakir ve muhtaçtır. Her ne kadar kendini müstağnide görse her anında yaratıcısına muhtaç ve fakr-u zaruret içerisindedir. Bir an nefes alamasa, kan dolaşımı bir an dursa, yediği nimetler bir an hazmedilmese bunları ona iade edecek hiçbir güç yoktur. İnsanda en az diğer tüm yaratıklar kadar Allah(cc)’a muhtaçtır.
Allah(cc); Ğaniy/zengindir. Bu öyle bir zenginliktir ki, bütün yaratıkların ihtiyaçlarını karşılayacak bollukta bir zenginliktir. Allah Azze ve Celle, Ğaniy’dir. Gerek zatında, gerek sıfatlarında, gerek işlerinde hiçbir şeye muhtaç olmayan, bunun yanında bütün ihtiyaçları gideren tek zengin O’dur. İstediği her şey ‘Ol’ demekle bir anda oluverir.
Allah Teâlâ, kullarını ibadetle mükellef tutmuştur. Bu mükellefiyet Allah(cc)’ın bu ibadetlere ihtiyacı olduğu için değil, bilâkis kulun ihtiyacı olduğu içindir. Yaratıklar içinde Allah(cc)’a en çok ihtiyacı olanlar insanlardır. İnsanların maddi ve manevi o kadar ihtiyaçları vardır ki, işte ibadetler bu ihtiyaçları karşılayan manevi birer akçe gibidir.
Unutulmamalıdır ki, zengin ancak Allah Teâlâ’dır. O, zatında zengin olup, kullarının ne imanlarına ne ibadetlerine asla ihtiyacı olmayandır. İnsanlar ise aciz, muhtaç ve fakirdirler.
Allah(cc), Hamîd’dir. Mutlak manada övülmeye lâyık olan ancak O’dur. Hiç kimse O’na hamd etmese bile O, yinede hamde en lâyık olandır. Bütün varlıklar O’na hamdetmek zorundadırlar. Nasıl etmesinler ki? O’nun emriyle var olmuşlardır.Allah(cc), ancak kendisinin hamde lâyık olduğunu bizlere şöyle bildirir: “Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.” (Fatiha, 1/2)
Hamd, ihsan sahibi büyüğü övmek, tazim fikri ve teşekkür kastıyla methetmektir. Bunun zıddı küfretmek olup insanoğlunun yapabileceği en büyük cinayettir. Aslında kul Allah Teâlâ’yı inkâr etmekle, zerreden küreye bütün mahlûkatın lanetine hedef olmuş olur. Hatta kendi hücreleri bile kendisine lanet eder. Çünkü terbiyesizlik ettiği zat, kendi de dâhil olmak üzere bütün kâinatın yaratıcısıdır.
Kula gereken şey; her halinde, daima; küfür karanlığını açıp, iman nurunu bahşettiğinden dolayı, Allah Teâlâ’ya hamdetmektir.
Hiçbir halde kullarına muhtaç olmayan Allah(cc); dilerse bütün insanlığı bir anda yok eder ve bu insanlığın yerine yepyeni bir halk getirebilir. İnsanlar kendi kendilerine var olmadılar ki. Bütün mahlûkatın olduğu gibi, insanlığın yaratıcısı ve yoktan var edicisi de hiç şüphesiz Allah Teâlâ’dır. Sayıları milyarlarca da olsa insanların tamamını birden yok etmek O’nun için hiçte zor değildir. Zira ‘Ol’ emriyle hemen oluveren her şey, ‘Yok ol’ emriyle de anında yok oluverir.
Ey insanlar! Hal böyle iken, siz neyinize güveniyorsunuz da yaratıcınız olan Allah Teâlâ’ya karşı asi oluyorsunuz? Sizden önce nice kavimlerin, asilikleri yüzünden helâk olduklarını görmüyor musunuz? Yoksa sizin helak edilmeyeceğinize dair garantiniz mi var? Allah(cc) tarafından aleyhinize bir emir gelirse bunu lehinize çevirecek hiçbir güç yoktur. Sizler akletmezmisiniz?
16***
“Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Ve birbirinizle tanışasınız diye sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki, Allah indinde sizin en şerefliniz, Allah’tan en fazla korkanınızdır. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır.” (Hucurat, 49/13)
*
Yüceler Yücesi Mevlâ’mız tüm insanlığa şamil olan bir nida ve bütün zamanları, bütün mekânları kapsayan bir hitap ile insanları en çok düşmekte oldukları bir beladan ve bir musibetten sakındırıyor. Bütün insanlar Hz. Âdem ve Hz. Havva`ya varan şecereleri ile ayni öz ve ayni şerefe sahiptirler. Tüm insanlığın yaratıcısı da bir tek olan Allah(cc) tır. Ve onları ayni özden yaratmıştır. Ancak şeytani cehalet ve bu cehalete tapan abduşşeytanlar insanları birbirlerine üstünlük taslama durumuna getirmişlerdir. Sanki bazı insanları üstün olan bir ilah çok üstün olan bir cevherden yaratmış, bazı insanları da daha az üstün olan bir başka ilah daha basit bir maddeden aşağı olarak yaratmış gibi. Oysaki bir tek olan Allah(cc) tüm insanlığı bir tek özden yaratmıştır. İşte bu gerçekten uzaklaşan ve yaratılış gayesindeki hikmeti anlayamayan cahiller soy, sop, üstün ırk, yüce ülkü vs. gibi kendilerine birtakım sahte ilahlar edinmişlerdir.
Oysaki yüce Mevlâ’mız, insanları soylara ve kabilelere ayırmasının hikmetini; onların tanışıp bilişmeleri için olduğunu belirttiği halde, müslümanım diyen pek çokları bu ayet-i kerimeyi ve bu konuda pek çok hadis-i şerifi okuyup durdukları halde, hâlâ ‘üstün ırk, yüce ülkü gibi’ şeytani sahte ilahların kurbanı durumundadırlar. Hâlbuki düşünseler hiçbir insan doğarken; ben şu ırktan, şu aileden, şu soydan, şu dilden, şu vatandan olacağım gibi bir seçme hürriyetine sahip değildir. Çünkü bu Sünnetullaha aykırıdır. Her doğan çocuk İslam fıtratı üzere ve eşit doğar. Kendilerinin üstün ırktan olduklarını savunanlar da ırklarından olmayı kendileri ne satın aldılar ve nede Allah(cc)`a dilekçe verip o ırka müntesip oldular. Böyle bir şey akla ve mantığa muhaldir.
Durum böyle olunca; soy, sop, ırk, kabile, kavim, aşiret… üstünlüğü gibi haksız yere pek çok kan dökülmesine vesile olan cahiliyetten, tevhit sancağının altında toplanarak insanlığı kurtarmak her insan üzerine düşen bir görevdir. Yüce Mevlâ’mız aslımızın bir olduğunu bildiriyor. Asıl ve esas olarak bir olmamıza rağmen insanları kabilelere ve soylara ayırmasının hikmeti ise onların birbirleri ile tanışıp bilişmeleri için olduğunu beyan ediyor. Yaratılış bakımından bütün insanların eşit olarak yaratıldığını ve tanışmaları için kabile ve kavimlere ayırmasındaki hikmeti de belirttikten sonra bu insanların birbirlerine olan üstünlüklerini ise yalnız kendisine karşı olan takva üstünlüğünde olduğunu açıklıyor. Hangi ırka müntesip olursa olsun Allah(cc)`a iman etmeyen insan aşağıların aşağısıdır. Belhumadaldir. Yani hayvandan da aşağıdır. Allah(cc)`a inananlar ise kendi aralarında takvaca en ileri olanlar Allah(cc)`a daha yakındır. Ve bu yakınlık derecesi takvadaki samimiyete göre düşmektedir. İşte ilahi ölçü budur.
Konuyla ilgili olarak Sevgili Peygamberimiz(sas) çeşitli hadisi şerifler zikretmiş ve çeşitli izahlarda bulunmuştur:
Ebu Zer(ra)`den gelen bir rivayetine göre Hz. Peygamber(sas) O`na şöyle buyurmuştur: “Bak şüphesiz sen takvan ile üstün olman durumu hariç kırmızı ve siyahtan daha hayırlı değilsin.” (İmam Ahmed, İbn Mace )
Allah Rasûlü(sas) şöyle buyurdu: “Hiç şüphesiz sizin şu soylarınız her hangi bir kimseye sövme sebebi değildir. Hepiniz Âdemoğullarısınız. Birbirinize benzersiniz hiç kimsenin din ve takva dışında kimseye üstünlüğü yoktur. Ağzı bozuk, cimri ve ahlaksız olması kişiye yeter.” (İmam Ahmed, İbn Cerir)
Hz. Peygamber(sas) Mekke`nin fethinde Kâbe`yi tavaf ettikten sonra yaptıkları bir konuşmada şöyle buyurmuştu: “ Sizden cahiliyet ayıplarını ve büyüklenmelerini uzaklaştıran Allah`a hamd olsun. Ey insanlar! Tüm insanlar iki guruba ayrılırlar. Bir gurup iyilik yapan, iyi olan ve kötülüklerden sakınanlardır ki, bunlar Allah nazarında değerli olan kimselerdir. İkinci gurup ise günahkâr, isyankâr olanlardır ki, bunlar da Allah nazarında değersiz olanlardır. Yoksa insanların hepsi Hz. Âdem`in çocuklarıdır. Allah`da Âdem`i topraktan yaratmıştır.” (Beyhaki, Tirmizi )
Veda haccı sırasında teşrik günlerinin ortasında yaptığı bir konuşmada da Hz. Peygamber(sas) şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Dikkat edin, Rabbiniz birdir. Hiç bir arab`ın arab olmayana üstünlüğü yoktur. Ve hiçbir arab olmayanın da araba üstünlüğü yoktur. Siyah renkte olanın hiçbir beyaz renkte olana, beyaz renkte olanın da, hiçbir siyah renkte olana üstünlüğü yoktur. Üstünlükler ancak takva iledir. Şüphesiz ki Allah katında en değerliniz Allah`tan en çok sakınanızdır… dikkat edin tebliğ ettim mi?” Hepsi de : “Evet tebliğ ettin Ya Rasûlullah” dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz(sas) de:
“Öyleyse burada olanlar olmayanlara bunları ulaştırsın.” buyurdu. (Beyhaki)
Diğer bir hadislerinde de konu ile ilgili olarak Peygamberimiz(sas) şöyle buyurmaktadır: “Allah Teâlâ kıyamet günü soyunuz olan sopunuzdan sormayacaktır. Şüphesiz ki Allah katında en üstün olanınız kötülüklerden en çok sakınanınızdır.” (Müslim)
Allah Âlim’dir. Âlim; insanların akıl ve duyuları ile idrak edebildikleri her şeyi idrak eden ve bilendir. Allah(cc), insanların akıl ve duyuları ile idrak edemedikleri şeyleri de bilendir. Dolayısıyla hiçbir şey O’na gizli değildir. O’nun için gayb ve bilmemezlik diye bir şey yoktur. O, herhangi bir şeyi idrak etmekten aciz değildir. Oysa insanlar ve tüm diğer varlıklar, çoğu şeyi idrak etmekten acizdirler. Bu nedenle Allah(cc) insanlara insanlarda Allah(cc)’a benzemezler. Allah Teâlâ’nın ilmi, görünen ve görünmeyen, zahir ve batın, gizli ve açık her şeyi kuşatmıştır. O, geçmişi, şu anı ve geleceği bilendir. Hiçbir şey O’na gizli değildir. “O, gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilendir.” (Tâ Hâ, 20/7)
Allah Rasûlü(sas), buyurdular: “Ey görüneni ve görünmeyeni bilen Allah’ım! Ey göklerin, yerin ve her şeyin Rabbi ve Mâliki! Senden başka ilâh olmadığına şahadet ederim. Nefsimin şerrinden, şeytanın şerrinden ve şirkinden sana sığınırım. Nefislerimize bir kötülük yapmaktan veya onu bir Müslüman’a zarar vermeye sürüklemekten sana sığınırım.” (Tirmizi)
Allah Hâkim’dir. Hakîm; emirleri ve bütün işleri hikmetli, hikmet sahibi olan demektir. Allah Teâlâ’nın emirleri ve yasakları hep hikmettir ve kullar için hayır ve menfaat kaynağıdır. O, söylediği her söz ve yaptığı her fiil doğru olandır. Böyle bir sıfat ancak Allah(cc)’a yakışır. Çünkü eserleri mükemmel ve hiçbir kusur yoktur. Bu kadar doğru, sağlam ve mükemmel eserler ancak Hakîm olan biri tarafından yapılabilir.
Kâinatın küçük bir modeli olan vücudumuza şöyle bir ibret gözü ile bakarsak görürüz ki, her uzvun bir hizmeti vardır ve her şey yapacağı işe göre uygun olarak yaratılmıştır. Hiçbir şey hizmetinde aksaklık göstermez.
Bilinmelidir ki, Allah Teâlâ’nın her kuluna has rahmeti, ihsanı ve keremi vardır. O, bunları dilediğine verir. Bu, O’nun Rab oluşunun, ilâhlığının ve hikmetinin bir gereğidir. Her iş O’nun nezdinde ihsan ve adalet üzere taksim edilmiştir.
Kula gereken şey, her şeyde bir hikmeti bulunan ve akıl sahiplerini derin bir hayrette bırakan Yaratıcıyı yüceltmek ve O’na kulluk etmektir.
***
Alıntıdır.